May 5, 2015

[Blog Tur] Kızıl Yükseliş - Pierce Brown | Distopyanın Yeni Süperstarı Pierce Brown

 

Pierce Brown dünyalar yaratır. Bu dünyalardan birisi etkileyici çıkış romanı Kızıl Yükseliş için yarattığı distopik gelecek. Diğer dünyaları ise şimdilik yatak odasında. İlk göreceğiniz bir dizi DVD, Battlestar Galactica serisinin tamamı Indiana Jones ve Yüzüklerin Efendisi’nin yanında. Dikkatli bir şekilde düzenlenmiş kitap raflarını deri ciltli fantastik romanlar doldururken küçük heykelcikler üst raflardan gözlerini size dikmiş durumdalar. Çerçeveli ve gösterişli bir Ölüm Yıldızı derebeyi Grand Moff Tarkin masasının üzerinde post-itler ve polaroid resimlerle dolu ilham duvarının üzerinde asılı duruyor.
 
“Ne zaman odama biri girse, onun her zaman nerd IQ’sunu test ederim” diyor. “O kim diye sorsalar, 'Ah o mu, amcam Grand Moff,' diyorum. Eğer kim olduğunu biliyorlarsa sonsuza dek arkadaş oluyoruz – ömür boyu beleş bira ve ardından da tabii ki Yıldız Savaşları maratonu.”
 
Üç yıl önce, 23 yaşında, Pierce Brown Kızıl Yükseliş’i Random House’tan Del Rey’e sattı. Yayıncılar sadece kitabı almadı, bunun yanında onunla baştan üç kitaplık bir anlaşma yaparak diğer yayıncıların sonradan Brown’un kafasını karıştırmalarının önüne geçtiler. Kızıl Yükseliş’in editörü Mike Braff’a göre bu önleyici teklif yeni çıkan bir yazar için oldukça “nadir” yakalanan bir fırsattı. Hem yayın dünyası hem de Hollywood bir sonraki büyük hak alımı için resmen avlanıyor ve Brown’un üç kitaplık serisi eğer aradıklarıysa, bu demektir Brown milyoner olmak üzere (Açlık Oyunları’nın yazarı Suzanne Collins’in 55 Milyon Dolarlık bir servetinin olduğu tahmin ediliyor). Brown ilk filmin senaryosunu yazdı bile ve Universal Pictures’a 7 basamaklı bir tutara sattı. Marc Foster -Dünya Savaşı Z, Düşler Ülkesi ve Kesişen Yollar filmlerinin yönetmeni- ve Joe Roth -Alis Harikalar Diyarında ve Angelina Jolie’nin yeni filmi Malefiz’in yapımcısı- işin içinde. Brown’un kitabı artık satışta olduğu için gelecekteki filmlerinin başarısını kitabının satış figürlerine bağlı. Tabii ki bu Brown’un karşısına geçip oturduğunuzda hissedeceğiniz bir baskı değil.
 
“Gerilecek kadar bilmiyorum,” diyor Brown ama yine de sanki biraz sıkılgan. “Hayır,” diyor, sanki içindeki tereddüdü yok etmek istermişçesine. “İşaretlenmesi gereken her kutu işaretlendi. Sadece şimdiye kadar olması gereken terslikler henüz olmadı. Haberler hep iyi. Bu nedenle tecrübesizliğim ve başarısızlık korkum dışında endişelenmemi gerektiren bir durum yok.”
 
Romanı sattığında Brown NBC için çalışıyordu ve eski siyaset bilimi hocasının garajında yaşıyordu. “O dönemde bedava bir kiralık yeri reddedecek durumda değildim,” diyor. Artık Brown’un üç ev arkadaşıyla paylaştığı bir dairesi var, günlük işinden ayrılmış durumda, İstanbul’da arkadaşlarıyla yaptığı tatilden yeni döndü ve ilk romanı yayınlandı. Neredeyse büyüleyici denilebilecek bir hayat sürüyor. Random House’un Brown’u seçmiş olması işe yaramaya başladı bile. Kitap şimdiden Açlık Oyunları, Harry Potter serisi, Sineklerin Efendisi ve Taht Oyunları ile karşılaştırılmaya başlandı bile. New York Times Çok Satanlar yazarlarından Terry Brooks ise kitaba 5 yıldız verdiğini ve Brown’un yazım tarzı tarafına mest olduğunu yazdı.
 
Biz Brown’un odasındayken, o ayakları kendisi tarafından bir el baltasıyla 10 cm kısaltılmış bir sandalyede oturmayı tercih ediyor. Bu babasının eski deri sandalyesi, koyu ahşap ve rahat görünüyor. “Bunu plaja götürüyorum ve yazıyorum veya okuyorum,” diyor. Yerde yanında duran birasını ara ara yudumluyor. “Onu sadece dışarı götürüyorsun ve süper rahatsın,” diyor.
 
Brown’un odasındaki her eşyanın bir hikayesi var. Yatağının yanında köşede 1800’lerden beri ailesine ait eski bir sandık var. İçinde çizgi romanları duruyor. Yatak başlığının üzerinde Clawdius isminde, ailesinin 9 yaşındayken kendini iyi hissetmediği bir dönemde hediye ettiği bir kutup ayısı var. Kapının yanında üzerinde ölü bir kuşun üzerinde duran iki erkek kardeşin yer aldığı çerçevesiz bir kanvas var.
 
Brown ilk ilham kaynağının Runyon Kanyonu olduğunu itiraf ediyor. Yanına bir sırt çantası dolusu atıştırmalık, bir Red Hat şapkası ve yürüyüş ayakkabıları alarak yola çıkmış ve dağ tırmanışı yaparken Kızıl Yükseliş fikrini aklına gelmiş. “Antigone’un hikayesini okuyordum. Daha doğrusu tekrar okuyordum. Kızıl Yükseliş fikri bunun ardından geldi. Sonrasında arkadaşlarımla tırmanışa gittik. Üç kişi tek bir ipe bağlı olarak dikey tırmanış yapıyorduk. O an düşüncelerimle baş başaydım. Baldırlarım ve kalçam cayır cayır yanıyordu. O tırmanış boyunca hep 'daha az yerçekimi olsa her şey çok daha kolay olurdu' diye düşünüp durdum. Böylelikle Mars’ı düşünmeye başladım ve sonra Antigone ve diğer fikirler işin içine karıştı. Bazı arkadaşlarımla düşüncelerim hakkında beyin fırtınası yapmaya başladım.”
 
Diğer pek çok genç yetişkin distopya romanı gibi, Kızıl Yükseliş de en güçlü olanın yaşamını sürdürmesi ilkesi üzerine kurulu fütüristik bir düzen hakkında. Renkler toplumdaki yerinizi belirliyor. Kahramanımız, 16 yaşındaki Darrow bir Kızıl yani en düşük kasttan ve madenciliğe mahkum ve Mars’ı yaşanabilir bir gezegen yapmaya uğraşan bir hayat sürmek zorunda. Darrow’un bilmediği ve hızlıca ortaya çıkardığı ise Kızılların uzun zamandır Altınlar tarafından sömürüldüğü.
 
Roman boyunca Darrow hayatından kopartılan birçok insan için adaleti sağlamanın peşinde. “Hikayenin tamamı başkalarının sizde yarattığı limitleri yıkmak üzerine ve kötülük üzerine. Kötülük ise sadece açgözlülük. Yani açgözlülüğe karşı savaşmak, bencilliğe karşı savaşmak ve toplumun size bulunmanızı dikte ettiği yerden daha yukarıya çıkmaya uğraşmak.”
 
Brown Kızıl Yükseliş’i yazmaya başladığında 22 yaşındaydı ve Seattle’da ailesinin garajının üzerinde yaşıyordu. Onun öncesinde pazarlama işinde ve 9 aylığına da bir senatörünü seçim kampanyasında çalıştı. Kızıl Yükseliş’in ilk taslağını yazması Brown’un 2 ayını, sonrasında kitabı yayıncılara beğendirecek ve daha iyi bir hale getirecek düzeltmeleri yapması ise çok daha fazla zamanını aldı.


Runyon Kanyonu’nda bir bankta otururken, başarısızlığın ne kadar olası olduğunu unutmamak için banyo duvarlarına yayıncılardan aldığı ret mektuplarının üzerinde asılı olduğu bir iple bağladığını söylüyor. Akşamüstü olmuş, hava sıcak ve kanyondaki yürüyüş yolu neredeyse bomboş. Brown sırt çantasındaki atıştırmalıkları çıkartıyor: badem, elma ve ahududu, her biri kilitli poşetlerin içerisinde. “Şeker (diyabet) sorunum var,” diyor.
 
Brown 2011 yılında, kitabını yazıp bir ajans ile anlaştıktan sonra Los Angeles’a taşındı ve NBC için çalışmaya başladı. NBC’de birilerini dolaştırırken Random House’tan kitabının basılacağı haberini aldı. Arka bahçedeki masada oturuyoruz. Kitabı yayınlanmış bir yazar olarak Brown apartman dairesindeki havanın bir miktar değiştiğini anlatıyor. Erken kalkıyor, her çeşit sosyal medyadan uzak duruyor ve akşam üstüne kadar yazıyor. Günün geri kalanında ise yazmaya dair hiçbir şey yapmıyor.
 
Ev arkadaşları bir yana, başarılı bir yazarın süreceği bir hayat sürüyor. Brown projesi için endişeli olmadığını söylese de aslında endişeli. Sadece bu konuya odaklanmak istemiyor. Aslında aklını bu konudan uzaklaştırmak için başka yazma projelerine başlamış durumda. Yani Brown’u meşgul eden sadece Kızıl Yükseliş’in devam kitabı değil. TV projeleri için de fikirler geliştiriyor ve bu projeler kargacık burgacık yazılarla odasının duvarlarında yer alıyor.
 
Brown bırakın kendisi hakkında konuşmayı, başkalarının kendisi hakkında konuşmalarını da sevmiyor. Ona sorular sorduğunuzda, hemen size aynı soruyu soruyor. Bir soruya yanıt verdiğinde, sizi de yanıta dahil etmeye çalışıyor. Kızıl Yükseliş’in kapağında kendisi hakkında yazanlar dahi oldukça filtreli ve okuyucuya sanki başka bir kurgu okuyormuş havasını veriyor.


Artık akşam oluyor ve Brown’un birası bitmek üzere. “En sorumluluk sahibi ev arkadaşıyım ama bazen de partide en çok içip dağıtan oluyorum,” diyor. “Elektrik faturalarını ben ödüyorum. Bu yüzden sürekli evin içinde dolanıp lambaları kapatıyorum. Bazen evin babası olmam gerekiyor ve bunu pek sevmiyorum çünkü başkalarına ne yapmaları gerektiğini söylemeyi sevmiyorum.”
 
Brown aslında kontrol edemediği bir durumun ortasında ve o kontrolü kaybetmeyi seven bir insan değil. Bu nedenle kitabın film sürecinin her aşamasında yer almak istiyor. Kendisi ve okuyucusu için yarattığı dünyanın tüm detaylarının filme yansımasını istiyor. Yorgun ama memnun. “Umarım bu kitap popüler olur ama tamamen buna güvenemem. O yüzden söylemesi çok zor,” diyor ve gülümsüyor.


Metnin orijinali ve fotoğraflar Buzzfeed.com web sitesine aittir. Kitap Oburları'nın Kızıl Yükseliş blog turu için çevrilmiştir.

Dec 15, 2014

[Blog Tur] Marslı - Andy Weir | Ön Okuma


Orijinal Adı: The Martian
Türkçe Adı: Marslı
Yazar: Andy Weir (ABD)
Sayfa Sayısı: 416
Yayınevi: İthaki Yayınları
Değerlendirmem: %84 - Mükemmel
Ben bu kitabı okurken...: ... kızkardeşim İtalya'da tatildeydi ve ben çok kıskandım.

NEDEN BU KİTAP?
Kitap Oburları demek kaliteli blog turu demek de o yüzden.

KONUSU (ARKA KAPAKTAN):
Altı gün önce, Mark Watney Mars'a ayak basan ilk insanlardan biriydi. Şimdi ise, orada ölmesi neredeyse kesin.

DEĞERLENDİRMEM:
Konuyu iki cümleyle özetlemiş İthaki Yayınları arka kapakta ama benim bu özet o kadar hoşuma gitti ki sonuna ek bilgi koymak istemedim. Sonuçta kitabın adı üstünde: Marslı! Mars'a özel bir görev için giden bir ekipten talihsizlik sonucu tek başına orada kalmak zorunda olan Mark Watney'in yaşam mücadelesinin hikayesi.

Bu kitap Arthur C. Clarke'in Susuz Deniz'i ile birlikte 2014'te okuduğum en iyi iki bilim kurgu romanından biri oldu. Bilimsel ve kurgusal öğelerin tam dengede bir dağılımla okuyucuya sunulduğu, bazı Jules Verne kitaplarında bolca gördüğümüz türde yüzlerce hesap kitabın yer aldığı bir roman Marslı.

Andy Weir'in Marslı'da kullandığı matematiksel yoğunluk bana sıkça bazı Jules Verne romanlarını çağrıştırsa da Weir'in kurguyu bozmadan, okuyucuyu boğmadan bunu başarması çok takdire şayan bir durum. Zira, naçizane fikrim, bazı Jules Verne romanlarında bu tadın, dengenin olmadığı. Burada birden bire Andy Weir ve Jules Verne Ustayı karşılaştırma moduna geçmiş olsam da Jules Verne'in yerini doldurabilecek başka bir kalem olmadığına gönülden inanan biriyim. Vurgulamaya çalıştığım ise Weir'in kaleminin ustalığı. Yazarın romana doldurduğu bilimsel öğelerin zenginliği düşünüldüğünde kurgunun ötesinde bilimsel tutarlılık adına ne kadar emek harcandığını görüyorsunuz. Eminim ki romanın satır aralarında bilimsel tutarsızlıklar yakalayıp Weir'i eleştirip sinirimi bozan yorumlar da dolaşıyordur ortalıkta ama sonuçta bu bir roman, Mars'ta Hayatta Kalma El Kitabı değil.

Romanın pek çok yerinde kendinizi doğrudan Mars'ta kalan talihsiz insan Mark Watney'in yerine rahatlıkla koyabiliyorsunuz. Watney'in aylarca tek başına kendisiyle, başına gelen tüm tersliklerle barışık, bu kadar zor şartlarda nasıl böyle yaşayabildiğini ve yine de esprili kalabildiğini anlamakta zorlansam da kendisinin içimizden herhangi biri değil de her çeşit eğitimden geçmiş, donanımlı bir astronot olduğu açıklamasıyla kendi kendimi ikna etmeye çalıştım kitap boyunca. Romanda beni rahatsız eden tek unsur bu oldu sanırım. O kadar uzun süre insanın dayanabileceğine, direnebileceğine, metanetini koruyabileceğine ve ölüm korkusunun hiç olmadığına pek inanasım gelmiyor herhalde. Zaten benden de astronot olmaz. Belki de bu yüzden tereddütlerim. Zaten bu tereddütler de olmasa 100 üzerinden 90'ın üzerinde bir puan verirdim herhalde bu kitaba.

Bu kitabın Türkçesini ilk okuyanlardan biri olduğumu bilmek benim gibi bir bilim kurgu sever için ayrı bir keyif. Bu nedenle bize bu imkanı tanıyan bu blog turunun destekçisi İthaki Yayınları'na buradan çok teşekkür ediyor, Goodreads okuyucuları arasında yapılan oylamada 2014'ün En İyi Bilim Kurgu romanı seçilen Marslı'dan tadımlık bir ön okumayla sizleri baş başa bırakıyorum.


15 - 18 Aralık Tur Programı

15 Aralık  pinucciasbooks.blogspot.com |  Kitap Yorumu  -  Ön Okuma
16 Aralık  kutsalyorumcu.blogspot.com  |  Kitap Yorumu - Alıntılar
16 Aralık  mirielenda.blogspot.com  |  Kitap Yorumu - Bunları Biliyor musunuz?
16 Aralık  raflarinarasindan.blogspot.com  |  Kitap Yorumu - Yazar Tanıtımı
17 Aralık  sssuigenerisss.blogspot.com  |  Kitap Yorumu - Film Hakkında
17 Aralık  sohbetedecekkimseyok.blogspot.com  |  Kitap Yorumu
18 Aralık  thcodex.blogspot.com |  Kitap Yorumu - Tanıtım Videosu
18 Aralık  segesegese.blogspot.com |  Kitap Yorumu

Oct 29, 2014

Jessie Lamb'in Vasiyeti | Jane Rogers

Orijinal Adı: The Testament of Jessie Lamb
Türkçe Adı: Jessie Lamb'in Vasiyeti
Yazar: Jane Rogers (İngiltere)
Sayfa Sayısı: 304
Yayınevi: Nemesis Kitap
Değerlendirmem: %84 - Mükemmel
Ben bu kitabı okurken...: ... canımın içi moriçe ile tanıştım :)

NEDEN BU KİTAP?
Arthur C. Clarke ve/veya Nebula ödülü almış veya bu ödüllere aday olmuş kitaplara ayrı bir ilgim var da o yüzden.

KONUSU (ARKA KAPAKTAN):
Kadınlar karınlarındaki bebekleriyle birlikte ölmektedir. Bu felaket yüzünden insanların bir kısmı bilim adamlarını suçlar. Bir kısmı da bunun ilahi bir ceza olduğunu düşünür. Jessie Lamb ise suçlunun kim olduğunu umursamaz, tek istediği şey bu durumun değişmesi için üzerine düşeni yapmaktır.

Jessie Lamb'ın Vasiyeti, genç bir kızın cesaretle imtihanı değildir yalnızca. Onun babasının da sınavını anlatmaktadır.

DEĞERLENDİRMEM:
Sevgili anthawise (Sam Scarlet)'ın Goodreads'de "ağlattı" diyerek kısa ve öz olarak yorumladığı bu kitabı ben çok sevdim. Bir dönem sürekli bilim kurgu okuduğumdan (bu sene kendime verdiğim sözü tutarak tüm türlere şans tanıyorum) her yeni bilim kurgu kitabında "Acaba fikir orijinal mi?" kaygısını yaşıyorum. Bu kitaba başlarken de böyle bir kaygım vardı ama bir taraftan da "koskoca Arthur C. Clarke Ödülü'nü almış. Konunun ve kurgunun orijinalliği test edilip onaylanmış" diyerek iç huzurumu sağlamıştım.

Türü bilim kurgu olsa da bu kitap "herkes için bilim kurgu" diye sınıflandırabileceğim bir kitap. Çoğu bilim kurgu kitabında bunu söylemek zor ama Jessie Lamb'in Vasiyeti şimdiye kadar bu türde hiç okumamış olanların da, bu türden çekinenlerin de rahatlıkla okuyabileceği, "kurgusal" öğelerin "bilimsel" öğelerin önüne geçtiği bir roman. Özellikle Jessie Lamb ve babasının ilişkisi bir baba-kız ilişkisinin farklı boyutlarını çok güzel yansıtıyor.

Romanı okurken kendimi sürekli Jessie Lamb'in yerine koydum. Yaşım (ve bu yaşa kadar biriktirdiklerim) Jessie Lamb'in yaşından iki kat fazla olsa dahi Jessie Lamb'in yarısı kadar cesaretli ve kararlı olabilir miydim diye sorgulayıp durdum.

"Kadınların karındaki bebekleriyle ölmesi" gibi basit ama arkasını sağlam bir bilimsel gerçeğe bağladığı bir fikirle romana başlayan yazar Jane Rogers bu kitapta dünyada yaşanabilecek böylesine bir felaketin toplumun farklı kesimleri üzerindeki etkisini, olayın dini, sosyal ve kültürel etkilerini akıcı ve yalın bir dille anlatmış. Bu nedenle bu kitabı tüm takipçilerime öneriyorum.

Mar 28, 2014

[Blog Tur] 2055: Büyük Hesaplaşma - Teri Terry


Orijinal Adı: Fractured (Slated, #2)
Türkçe Adı: 2055: Büyük Hesaplaşma (Programlanmış, #2)
Yazar: Teri Terry (İngiltere)
Sayfa Sayısı: 354
Yayınevi: Altın Kitaplar (2014)
Türü: Genç yetişkin, distopya
Değerlendirmem: %78 - Çok iyi
Ben bu kitabı okurken...: ... iş yoğunluğuma saydırdım durdum.

NEDEN BU KİTAP?
Kitap oburuyuz dedik ya!

KONUSU (ARKA KAPAKTAN):
Kyla programlanmadan önceki hayatına dair hiçbir şey hatırlamamalıydı ama geçmişine ait karanlık sırlar gömülü oldukları yerde kalmayacak. Huda baskısı ve özgürlük mücadelesi arasında bir savaşın ortasında kaldı ve sağ çıkamayacağı bir çıkmaza doğru sürüklenmeye başlıyor. Beni umutsuzca arayışı devam ederken bu sırlar ve yalanlar dünyasında kime güvenebilir? Geçmişinden gelen karizmatik fakat tehlikeli biri, çokça övülen 2054: Çıkış Yok'un bu gergin ve sürükleyici devam kitabında Kyla'yı kendi yolunu seçmeye zorluyor.

DEĞERLENDİRMEM:
Üçlemelerin ikinci kitapları hep bir stres yaratır bende. Tempoları genelde en düşük kitaplardır onlar. Kurgunun oturtulmaya çalışıldığı, karakterlerin ve olayların geçtiği ortamın derinleştirilmeye çalışıldığı, yazarın aslında epeyce emek harcadığı ama rüştünü ispat etmekte hep zorlanan kitaplardır ikinci kitaplar.

2055: Büyük Hesaplaşma da aynı dertlerden muzdaripti bence (özellikle romanın ilk yarısında). İlk romana oranla temposu (başlarda sıkıcı diyebileceğim kadar) yavaştı. Sanırım biraz da iş aralarında okuma gayretlerimden kaynaklı bir konsantre olamadım ilkin bu romana. Ancak kitabın ortalarında entegrasyonum öyle bir başladı ki gerisi çorap söküğü gibi geldi. O kadar çok defa ters köşe oldum ki bu roman boyunca her yanılgım ayrı bir keyif verdi bana.

Ana karakter Kyla'ya olan ilgim ve sevgim bu romanda daha da arttı. Teri Terry'nin distopik evrenindeki bilim kurguvari detaylar, bu evrenin kural ve kaideleri, pis oyunlar, hırs, entrika, acımasızlık çok ince bir dozla veriliyordu okuyucuya. Öyle ince bir ayardı ki bu romanın sonuna geldiğimde yine "Yok artık. Hani 3. kitap dedim?"

Programlanmış serisi ile olan birlikteliğim  Veronica Roth'un Uyumsuz serisi ile olan birlikteliğime çok benziyor: Şahane bir ilk kitap, temposu düşük başlayan ama ikinci yarısında beni heyecanlandırıp sonunda ağzımı açık bırakan bir ikinci kitap ve üçüncü kitabı elimin altında olmadığı için geçici bir asap bozukluğu yaratan bir üçleme. Programlanmış serisinin kapakları ise son dönemde okuduğum distopik, genç yetişkin üçlemeleri arasında en beğendiğim kapaklardan. Orijinal kapakları kullandığı için Altın Kitaplar'a çok teşekkürler (Ayrıca üçüncü kitabı da sabırsızlıkla beklediğimi buradan bir kere daha duyurmak isterim).

Bu seriye yabancıysanız, ilk kitap yorumumu buradan okuyabilir. Canım yayınevim Altın Kitaplar'ın desteğiyle serinin ilk iki kitabını birlikte hediye edeceğimiz çekilişimize ise buradan katılabilirsiniz.

Sep 30, 2013

[Blog Tur] 2054: Çıkış Yok - Teri Terry | Kitap Yorumu & Çekiliş


Orijinal Adı: Slated (Slated, #1)
Türkçe Adı: 2054: Çıkış Yok (Slated, #1)
Yazar: Teri Terry (İngiltere)
Çevirmen: Özgecan Kunt
Sayfa Sayısı: 368
Yayınevi: Altın Kitaplar
Türü: Genç yetişkin, distopya, bilim kurgu
Değerlendirmem: %82 - Mükemmel
Ben bu kitabı okurken...: ... çok keyif aldım.

NEDEN BU KİTAP?
Kitap oburu olmamdan ötürü.

KONUSU:
Kyla'nın hafızası silindi, kişiliği yok edildi, anıları sonsuza dek kayboldu. O programlandı. Hükümet onun bir terörist olduğunu ve kurallarına uyduğu takdirde ona ikinci bir şans vereceklerini söylüyor. Fakat geçmişin yankıları Kyla'nın zihninde fısıldaşıyor. Birileri ona yalan söylüyor ve hiçbir şey göründüğü gibi değil. Gerçeği ararken kime güvenebilir?

DEĞERLENDİRMEM:
Bu kitaptan önce okumaya çalıştığım kitapla aramızda şiddetli geçimsizlik yaşanmıştı. Bu nedenle "2054: Çıkış Yok; adın güzel, kapağın güzel, en sevdiğim yayınevlerinden biri seni çıkarmış, sen de güzel olmak zorundasın" diyerek başladım bu kitabı okumaya.

Başlarda kitabın akışı biraz durağan geldi ama kurgunun özünü sevdiğim için romanda ilerledikçe bana durağanlık yok oldu gibi geldi veya konusunu sevdiğimden rahatsız olmadım. Distopik romanları seviyorum zaten. Genç yetişkin türüyle de bir sorunum yok ama şu gençler arada bir 17 yaşında olsa ne olur sanki. Hep "sweet sixteen", hep "sweet sixteen". 16 yaşın tadı biraz da aşk meşkten geliyor tabii. Bu kitapta Kyla ve arkadaşı Ben arasında biraz acemice tariflenmiş (ve bu sayede vıcık vıcık olmaktan tesadüfen kurtarılmış) bir romantizm de var.

Kanada yapımı "Continuum" isimli dizinin müdavimi olmama da paralel olarak olayların 2054 yılında geçtiği bu romanı ben çok keyif alarak, acele etmeden, yavaş yavaş, sindire sindire okudum. Serinin ikinci ve üçüncü kitaplarını da merak ediyorum ve umarım Altın Kitaplar bizi çok bekletmez. Kendimi amazon'dan e-kitap almamak için bir süre daha kontrol edebilirim diye düşünüyorum. Çünkü gerçekten romandaki her detayın (Kyla ve Ben arasında ön plana çıkması muhtemel romantizmi bile) çok merak ediyorum. Serinin devam kitaplarında Kyla'nın başına gelenlerin yanı sıra yazarın hayal ettiği 2054 dünyasının daha derinlemesine anlatılmasını istiyorum. Eğer olayların geçtiği zaman ve mekan daha derinleştirilmeyecekse yazarın bu romanı bir üçleme olarak kurgulamasının ticari bir kaygıdan doğduğunu söylemek zorunda kalacağım. Bu nedenle lütfen lütfen devam kitapları zengin olsun ve ilk kitaptan aldığım bu keyif daha da artsın.

Bu şahane kapaklı distopyayı okuma fırsatını Kitap Oburları olarak sunuyoruz sizlere. 4 şanslıya Altın Kitaplar Yayınevi'nin sponsorluğunda "2054: Çıkış Yok"u hediye ediyoruz. Böyle buyrun lütfen:

a Rafflecopter giveaway

1-7 EKİM TUR PROGRAMI

1 Ekim - pinucciasbooks.blogspot.com | Çekiliş
2 Ekim - thcodex.blogspot.com | Ön Okuma
3 Ekim - mirielenda.blogspot.com | Yazar Tanıtımı
4 Ekim - raflarinarasindan.blogspot.com | Bunları Biliyor musunuz?
5 Ekim - sssuigenerisss.blogspot.com | Alıntılar
6 Ekim - sohbetedecekkimseyok.blogspot.com | Kitap Kapakları

Sep 8, 2013

Cesur Yeni Dünya | Aldous Huxley

Orijinal Adı: Brave New World
Türkçe Adı: Cesur Yeni Dünya
Yazar: Aldous Huxley (İngiltere)
Sayfa Sayısı: 349
Yayınevi: İthaki Yayınları (2000)
Türü: Bilim kurgu
Değerlendirmem: %91 - Harikulade
Ben bu kitabı okurken...: ... aylar önce yabancı bir blogdaki blog turuna katıldığımı hatırlayıp kitaba ara vermem gerekti. (Sonrasında da kitaba baştan başladım. Cesur Yeni Dünya öyle yolda, plajda okunabilecek bir kitap değil.)

NEDEN BU KİTAP?
Bu kitabı kızkardeşimden ödünç alalı aylar oldu. Hatta o kadar uzun zaman oldu ki bir ara kitabı kendimin bile sandım. Okuma Şenliği bahanesiyle yasaklanmış kitaplar kategorisinde okumaya karar verdim ve sonunda okudum.

KONUSU (TANITIM BÜLTENİNDEN):
Uzak gelecekte, dünya denetçileri nihayet ideal toplumu yaratmışlardır. Tüm dünyaya yayılmış laboratuvarlarda genetik bilimi insan ırkını kusursuzluğa ulaştırmıştır. Alfa-artı mandarin sınıfından, ayak işlerini yapmak üzere tasarlanmış olan epsilon-eksi yarı moronlara kadar insanlar, önceden belirlenmiş rollerine seve seve razı olmaları için yetiştirilir ve eğitilirler. Fakat Londra Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi'nde Bernard Marx mutsuzdur.

Yalnızlık için duyduğu özlem, zorunlu cinsel özgürlüğün bitmek bilmeyen hazlarından duyduğu hoşnutsuzluk, kaçma duygusunu güçlendirir. Eski, ilkel yaşama biçiminin hala sürdürüldüğü az sayıdaki vahşi ayrı bölgelerinden birine yapacağı ziyaret derdine çare olmasa da dönerken beraberinde Londra'ya getirdiği 'Vahşi', teknik uygarlığı farklı bir gözle değerlendirir, onlara neleri kaybettirdiklerini hatırlatır.

DEĞERLENDİRMEM:
Cesur Yeni Dünya yasaklanan kitaplar arasında dünya genelinde liderliği çeken bilim kurgu klasiklerinden biri. Aldous Huxley'in "mülkiyetsizlik" kavramını en uç noktada tarifleyen yeni dünya düzeni pek çok dini ve siyasi görüşü rahatsız edecek öğelerden oluşuyor. Kitap 1931 yılında yazıldı ve ilk kez 1932'de yayınlandı. Yayınlanıp üç beş kişinin okumasıyla da özellikle İngiltere ve İrlanda'da ortalık karıştı. Özellikle dünyay çocuk getirme konusunun Cesur Yeni Dünya'da "doğum yapmak" gibi iğrenç (!) bir yöntem yerine bilimselleştirilmesi İngiliz ve İrlanda toplumunun her kesiminden inanılmaz tepki aldı. Sonrasında da Amerika'nın çeşitli eyaletlerinde defalarca yasaklandı ve sonuç olarak Cesur Yeni Dünya 20. yüzyılın en çok yasaklanan kitapları listesinde birinciliğe yerleşti. "Şimdi 21. yüzyıldayız. Son durum nedir?" derseniz American Library Association istatistiklerine göre kitabın içerdiği seksist, ırkçı öğeler ile kullanılan sert dil nedeniyle okullarda okutulmaması ve yasaklanması gerektiği konusunda defalarca başvuru aldı.

Kitabın bende bıraktığı ize gelirsek... Herkesin rahatlıkla okuyabileceği bir kitap olduğunu düşünmüyorum bu kitabın. Nedeni ise gerek kitabın genel teması, gerek dokunduğu pek çok toplumsal düzenin temelinde yatan öğelere olan bakış açısı, gerekse de bilim kurgu türünde yazılmış olması... Cesur Yeni Dünya ütopik bir dünya düzeninden bahsediyor ve insan okuduğunda hakkında neden bu kadar yazılıp çizildiğini anlayabiliyor. Pek çok düzen kurucuyu rahatsız edecek seviyede uç önermeler var kitabın her yerinde. Kadınların döllenmesi yasak ve ayıp olduğu için, "annelik" ve "babalık"ın pornografik görüldüğü bir dünya düzeninden bahsediyor Huxley bu romanında.

Açık, objektif bir zihinle herkesin okumaktan keyif alamayacağı, iddialı bir roman bu roman. Bilim kurgu türüne aşina değilseniz veya inandığınız dini, siyasi, kültürel ve toplumsal değerlerin bambaşka bir şekilde size sunulduğu bir roman okumak sizi rahatsız edecekse, hiç girişmeyin bu romanı okumaya. Neden mi? Hem mutsuz olup sinirlenebilirsiniz, hem de isyancı bir yaklaşımla kitabın ana fikrini kaçırabilirsiniz de ondan.    

Aug 23, 2013

Cehennem Makineleri | Philip Reeve

Orijinal Adı: Infernal Devices (The Hungry City Chronicles, #3)
Türkçe Adı: Cehennem Makineleri (Yürüyen Kentler, #3)
Yazar: Philip Reeve (İngiltere)
Çevirmen: Ali Ünal
Sayfa Sayısı: 400
Yayınevi: ON8 Kitap (2013)
Türü: Genç yetişkin, steampunk, bilim kurgu
Değerlendirmem: %86 - Mükemmel
Ben bu kitabı okurken...: ... eşim şehir dışında olduğundan geçici bir bekarlık dönemindeydim.

NEDEN BU KİTAP?
Sadece kapağı için bile okurdum bu kitabı ama burada da belirttiğim gibi serinin ilk iki kitabını çok severek okumuştum ve üçüncü kitabın çıkmasını epey uzun bir süre beklemiştim. (Seriyi şahane kapaklarla devam ettiren ON8 Kitap'a tekrar çok teşekkürler).

KONUSU (ARKA KAPAKTAN):
Doğu ile Batı'nın savaşı dünyayı zifiri karanlığa sürüklüyor. Savaşın zihinleri altüst ettiği bir dünyada, uğruna yola çıkılan idealler bulanıklaşıyor ve kutuplaşma derinleşiyor. İnsan, toprağı canlandırmaktan aciz; yarattığı makinelerle ezip geçtiği ve çoraklaştırdığı dünyada verdiği yaşam mücadelesi her adımda daha ağır. Bir yanda Yürüyen Kentler, bir yanda Mobillik Karşıtları. Herkes, kadim dünyadan kalma Teneke Kitap'ın peşinde. Teneke Kitap hangi sırrı saklıyor?

DEĞERLENDİRMEM:
Yukarıda da belirttiğim gibi bu seriyi en başından beri o kadar sevdim ki  üçüncü kitabı okumaya başladığımda arka kapağına bile bakmamıştım. (Tabii bunda ön kapağın çok güzel olmasının da etkisi var sanırım). Serinin kaldığı yerden devam etmemesi ve araya uzun seneler girmiş olması, Tom ve Hester aşkının meyvelerini vermesi (Wren'e hem kızdım, hem de onu sevdim roman boyunca), uyuz ama serinin olmazsa olmazı hırsız, düzenbaz Pennyroyal'in bitmez tükenmez hainlikleri, Hester'in karanlık geçmişi, bir noktada evlat edinmek ve sümüklerini silmek, üstlerini başlarını temizlemek istediğim Yitik Oğlanlar bu seriyi daha da sevmeme neden olan temel öğelerdi.

Son dönemde yazılmış en iyi steampunk serilerinden kabul edilen Yürüyen Kentler dörtlemesinin üçüncü kitabı olan Cehennem Makineleri'nde Philip Reeve'in her kitapta bir önceki kitaba göre kurguyu okuyucuyu boğmadan zenginleştirme konusundaki başarısının iyice belirginleştiği görülüyor. Bu seride en çok hoşuma giden ise karakterlerin davranışlarının ve/veya kararlarının benim hiç beklemediğim bir şekilde olmasıydı. Ayrıca, yine karakterlerin davranışlarının ve/veya kararlarının benim beklediğimin tam tersi de olmaması daha da güzel oldu. Romanı okurken bu beni zaman zaman şaşırttıysa da, yazarın tercihini neden öyle yaptığını bana sorgulattıysa da Cehennem Makineleri'ni bitirdiğimde her detayın anlamlı bir bütünde yer aldığını gördüm.

Olayların aralıksız devam ettiği bir seride üçüncü kitaba "ve aradan 16 sene geçer" tadında başlamak yürek ister. Okuyucunun ilgisini ve olayların ritmini bozmadan bunu başarmak da ustalık ister. İşte Philip Reeve böyle bir yazar, işte Yürüyen Kentler böyle bir seri.

Distopya severler, yoksa bu seriye henüz başlamadınız mı? Çok ayıp :p

Jul 28, 2013

Mesaj | Carl Sagan

Orijinal Adı: Contact
Türkçe Adı: Mesaj
Yazar: Carl Sagan (ABD)
Çevirmen: Mehmet Harmancı
Sayfa Sayısı: 499
Yayınevi: İnkılâp Kitabevi (1987)
Türü: Bilim kurgu
Değerlendirmem: %81 - Mükemmel
Ben bu kitabı okurken...: ... "bir gün bir uzaylı görür müyüm acaba?" diye düşüncelere daldım.

NEDEN BU KİTAP?
Bu kitabı bir sahaf ziyaretim sırasında almış, "hemen okurum" demiştim ama elimde okunacak kitap sayısı 100’ün altına inmeyince işler planladığım gibi gitmiyor her zaman tabii. Bu sene başında okumaya resmen yemin ettim, kendi kendime sözler verdim. Hatta daha da garanti olsun diye katıldığım reading challenge’larda (2013 Sci-Fi Reader Challenge, Semi-Charmed Summer 2013 Book Challenge ve ev sahipliğini yaptığım Okuma Şenliği | Yaz 2013) okunacak kitap yaptım Mesaj’ı. Amacıma ulaştım (Aynı durum Ağustos ayında okumayı planladığım Cesur Yeni Dünya için de geçerli).

KONUSU:
Bir gök bilimci olan Eleanor Arroway senelerdir uzaydan gelen radyo frekansları dinlemektedir. Araştırma ödeneğinin kesilmeye yakın olduğu bir zamanda bir mesaj almaya başlar.

Eleanor, aldığı mesajın tamamına erişebilmek için başka ülkelerdeki radyo frekansı dinleyebilen gök bilim merkezleriyle iletişime geçer ve bir anda mesaj bütün dünyaya yayılır. Mesajı çözmeye kafa yoran bilim insanları mesajın kısa bir kısmını çözümleyebilirler ve çözümlenen mesajda 1936’da Hitler'in Berlin olimpiyatlarının açılış töreninde yaptığı konuşmasına denk gelirler. Tüm dünya bir anda panikler, nasıl bir mesaj verilmeye çalışıldığını anlamaya çalışır ve hatta korkar. Mesajın nedeni ise TV yayınlarının ilk yapılmaya başlandığı zamanlardan yakaladıkları bir görüntü uzak bir uzaylı ırkın dünyalılara “sizi duyduk” deme çalışmasıdır yalnızca. Romanın kalan yarısı ise gönderilen mesajın gerçek içeriğinin çözümlenmesi ve sonrasında dünya genelinde alınan kararlar ile bir grup bilim insanının başından geçenler hakkındadır.

DEĞERLENDİRMEM:
Mesaj, Carl Sagan’ın 1985 yılında yazıp yayınladığı bir romandır. Carl Sagan da yazarlıktan öte bir bilim insanıdır aslında. Kendisi gökbilimci, astrobiyolog ve astrofizik uzmanıdır. Bilimin geniş halk kitlelerine sevdirilmesi misyonunu üstlenerek yazarlık da yapan Sagan’ın bu romanındaki bilimsel gerçeklerin zengince kullanımının yanı sıra romanda geçen olaylara eklediği sosyal, politik ve teolojik boyut kendisinin ne kadar usta bir yazar olduğunu göstermektedir. Kitapta yoğun olarak kullanılan matematik ve astrofizik öğeleri herhangi bir okuyucunun rahatlıkla takip edebileceği yalınlıkta sunulmuştur. Benim en beğendiğim kısım dünya düzeninin mesajın çözülmesinden sonra ne kadar alt üst olduğu, akların karaların, milli, dini ve sosyal kaygıların ortaya nasıl döküldüğü ve çoğunluğun değişime gösterdiği direnç ve bilinmeyene duyulan korku oldu. Bilim kurgu kitaplarında bu kadar farklı boyutu aynı anda yakalayıp aktarabilen yazar sayısı sınırlıdır. İşte bu nedenle hazır güzelce de çekilmiş bir filmi varken Mesaj’ı okuyun, sonra da filmini izleyin derim ben.

Okuma Şenliği kapsamında pek çok katılımcıya göre geriden gelsem de 400 sayfadan uzun bir kitap okuyarak kendime 25 puan verdim :)

Jul 25, 2013

Ben Robot | Isaac Asimov

Orijinal Adı: I, Robot
Türkçe Adı: Ben Robot
Yazar: Isaac Asimov (ABD)
Çevirmen: Gönül Suveren
Sayfa Sayısı: 224
Yayınevi: Altın Kitaplar Yayınevi
Değerlendirmem: %84 - Mükemmel
Ben bu kitabı okurken...: ... "küçük bir robotum olsa nasıl olurdu acaba?" diye düşündüm durdum.

NEDEN BU KİTAP?
Bu o kadar uzun zamandır okumaya niyetlendiğim bir Asimov kitabıydı ki… Ben Robot filmini de 2009 baharında izlemiş bulundum ve kitabı okumadan önce filmin detaylarını büyük ölçüde unuttuğumdan emin olmam gerekiyordu. Bu nedenle de kitabı babam geçen sene bana hediye etti ama ben ancak okuyabildim.

KONUSU:
Aslında kısaca Asimov’dan birbirinden güzel robot öyküleri diye özetlenebilir. Öykülerin temelinde robotların kendileri dışında ortak öğeler ise pozitronik beyinler, insan-robot ilişkileri ve robot psikolojisi. Elbette bir de kitabın başında yer alan, kitabı okurken aklında tutmanız gereken ve bitirdiğinizde de kendiliğinizden sıralayabildiğiniz “üç robot yasası”:

  1. Bir robot, bir insana zarar veremez. Ya da hareketsiz kalarak bir insanın zarar görmesine neden olamaz.
  2. Bir robot, insanların verdikleri emirlere uymak zorundadır. Ancak bu tür emirler Birinci Yasayla çeliştiği zaman durum değişir.
  3. Bir robot, Birinci ve İkinci yasalarla çelişmediği sürece varlığını korumak zorundadır

DEĞERLENDİRMEM:
Bence her Asimov romanı bambaşka bir dünyadır ve yazar kendisini ne kadar çok romanını okursanız kendisine o kadar çok hayran bırakır. Bir başka deyişle, okunan Asimov kitabı sayısıyla Asimov’a olan sevgi, saygı ve hayranlık arasında pozitif bir korelasyon var. Kendim dışımda pek çok kişiden de bizzat görerek doğruladığım bir tespit bu.

Ben, Robot’ta da yine Asimov’un hayalgücündeki detaylara ve bunların birbirleriyle olan tutarlılığına hayran kaldım. İzlediğim onca bilim kurgu dizisi ve/veya filmi daha senaryolaştırılmadan yıllarca önce yazılmış bu romanda bugün baktığımızda “bilim kurgu” yerine “kurgu” diyebileceğimiz o kadar çok boyut var ki. Zamanında kısa süreli de olsa “robotics” doktorası yapan bir ev arkadaşımın olmasından kaynaklı robot teknolojilerindeki gelişim hiç şaşırtmamıştır beni. Yarın bir gün evimizde işlerimizi gören, yalnız yaşayanlara yarenlik eden robotların hayatımıza gireceğinden neredeyse eminim. Hal böyle olunca da Asimov’un bu kısa ama bir o kadar da derin romanındaki her robotu da ayrı ayrı sevdim, yazarın bilimsel cümlelerin, sayfaların arasına gömüp sunduğu psikolojik ayrıntılara da bir kez daha şaştım kaldım.

Son olarak, bu kitapla ilgili en az kitabın konusu kadar derin bir inceleme okumak isteyenleri de Kayıp Rıhtım’da yayınlamış Bedir “estarriol” Yılmaz’ın bu yazısını okumaya davet ediyorum.

Jul 22, 2013

Siyah Hatıralar Denizi | Mehmet Açar

Kitabın Adı: Siyah Hatıralar Denizi
Yazar: Mehmet Açar
Sayfa Sayısı: 382
Yayınevi: İthaki Yayınları
Değerlendirmem: %86 - Mükemmel
Ben bu kitabı okurken...: ... Batıkent'te satın almak için ev arıyorduk habire.

NEDEN BU KİTAP?
Ben bu kitabı katıldığım ilk kitaplaşma etkinliğinde eşleştiğim kişiden hangi kitabı istesem diye ilknokta'da dolaşırken fark ettim ilk kez. Daha doğrusu Türk yazarlardan çıkan bilim kurgu ve fantastik kurgu kitaplarını araştırıyordum ve çok güzel yorumlara denk geldim bu kitap hakkında. Bir tanecik eşim Fıstıklı Tombimden bu kitabı istedim neticesinde. O sırada Tombim bu kitabı bulamadığından aynı yazarın Anarşik Rehavet isimli kitabını bulup aldı bana (Anarşik Rehavet yorumuma buradan ulaşabilirsiniz). Sonrasında bu kitabı da aldı ama. Neden mi? Beni çok seviyor da ondan :) Gerçi ben onu daha çok seviyorum :p Neyse kitabı ben de okudum nihayetinde (ve sonunda yorumlayabiliyorum).

KONUSU:
Siyah Hatıralar Denizi  150-200 sene sonraki bir zamanda dünya nüfusunun çoğunluğunun AIDS türevi bir salgınla yok olup geri kalanının komün-otonom denen yeni bir düzende yaşadığı bir zaman diliminde geçiyor. Bu yeni sistemde ulus devletler artık yok ve insanlık "Birleşik Federasyonlar Parlamentosu' adında bir örgütlenme tarafından yönetiliyor. İnsanlığın en büyük amacı ise uzayda yaşanacak yeni yerler keşfetmek. Bireysel hazların ve kapitalist tüketimin asgariye indirildiği, çalışmak üzerine kurulu bir düzende yaşam sürüyor.

Bu yeni düzende yaşam mücadelesi veren kahramanımız iki bilim adamının intiharını soruşturmak için Ennonia Oteli adında bir yere yerleşiyor geçici olarak. Olayların tamamı da bu tuhaf otelde geçiyor zaten. Olaylar derken rüyasız, kontrolsüz upuzun uykulardan, koridorlarda karşılaşılan hayaletlerden, hayal odalarından, aynalardan hatıralara çıkan gizli geçitlerden bahsediyorum. Daha fazla detaya inmeyeceğim. Çünkü tahminimce bu yazıyı okuyup konuya ilgi duymayanlar bu noktadan sonra okumayı bırakacak. Kalanlar ise yorumumu okumak için sabırsızlanacak :)

DEĞERLENDİRMEM:
Öncelikle belirteyim. Bilim kurguya ilginiz varsa bu romanı seveceğinizi (hatta Türk Bilim Kurgu Edebiyatı'na katkısını düşünürsek sevmeniz gerektiğini) düşünüyorum. Bu türe ilginiz yoksa veya ilk kez deneyecekseniz başlangıç için biraz ağır gelebilir konusu.

Bu kitapta benim en sevdiğim karakter Ennoia Oteli. "Otel bir mekandır, kahraman değil ki" diyecek olanlara yanıtım ise Ennoia Oteli'nin herkesle öznel bir iletişim kuran, öznel işaretler göndererek anlaşan, yaşayan iyi niyetli bir canlı olduğu şeklinde.

Kitabın halen okumadığım klasiklerden Stanislaw Lem'in Solaris adlı kitabından bir alıntıyla başlaması benim için başlangıç olarak çok etkileyiciydi. Beni zayıf noktamdan vurdu. "Bak halen okumadın Solaris'i" diye kafama vurmuş gibi oldu Mehmet Açar. Sevgili Settie ve Mutlu bu itirafıma şaşırabilir ama ben Ursula'nın Mülksüzler'ini de, hatta Kafka'nın Dönüşüm'ünü de okumadım halen. Depresyona girmeme neden olacak bu "Pınar'ın okuması gerekip de okumadığı kitapları" itirafımın ardından Mehmet Açar'a kendisinin severek okuduğu yazarlara olan saygısını romanının içine böylesine usulca ve ustaca işleme özeninden ötürü de ayrıca teşekkür ederim.

Bilinmeyenin her zaman korkunç ve/veya kötü niyetli olmadığı kusursuzca işlenmişti romanın özüne. Konu kısmında da kısaca özetlediğim gibi bilim kurgu romanlarında senelerden beri bolca görünen pek çok öğe yoğun olarak kullanılsa da roman boyunca ritmi hiç düşmeyen "merak" öğesi polisiyevari bir boyut katmıştı romanın kurgusuna. Bu nedenle  "Türkçe bilim kurgu olur mu?" diye konuya önyargılı yaklaşacaklar için yüze hızlıca ve aniden çarpan bir tokat etkisinde bu roman!

Jun 16, 2013

Yürüyen Kentler | Yürüyen İnsanlar | ON8 Kitap

Aslında bu bir kitap ve aynı zamanda yayınevi tanıtım yazısı olacak ama kitabın adı dün akşam saat 20:00'den sonra ülkemizde yaşananları da çok güzel tarifliyor bence. Şu an Türkiye'nin kentleri yürüyor. Halk mobil, binalar sabit, önlemler sert ama sürekli bir hareket var. Ne kadar gaz sıkılsa da, tazyikli suya ne olduğu belirsiz maddeler katılıp şuursuzca çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek demeden insanların üzerine püskürtülse de, avukatlar, doktorlar göz altına alınsa da bir halk uyandı artık ve ne yapsan uykusuna dönmez artık.

Gelelim bu yazıyı asıl yazma sebebine. Bundan yaklaşık 4 sene önce Ankara Dost Kitabevi'nden bir arkadaşımın kızının doğumgünü hediyesi için kitap seçerken yolum kesişti Yürüyen Kentler ile. O zaman ki kapağı (soldaki kapak) ve kitabevinde yer aldığı bölüm bir çocuk kitabı olduğunu düşündürtse de kendime aldım kitabı. Okuyunca da gördüm ki kitap aslında bir çocuk kitabı değil, genç yetişkin kitabı. Türü ise bilim kurgu türünün alt türlerinden olan steampunk. Bilim kurgu okumayı seven bir okur olarak hazine bulmuş gibi oldum ve kitabı severek, beğenerek okudum. Bunlar hep 2009 yılında oldu.

Yürüyen Kentler Philip Reeve'in Yürüyen Kentler isimli serisinin ilk kitabı. Kitabın arka kapağından tadımlık bir tanıtım paylaşayım sizlerle: "Uzak gelecekte, 60 Dakika Savaşları'nın sonrasında mahvolan dünyada, tekerlekler üstünde "yürüyen" Londra kenti, Kuzey Denizi'nin kurumuş yatağı boyunca, küçük kentleri kovalıyordu. Tarihçiler Loncası'nın çırağı Tom, kızına aşık olduğu baştarihçiyi suikastten korumaya çabalarken, kendini tuhaf Hester'la birlikte, acımasız bir varolma savaşının içinde buldu." (Bu arada parantez arasında belirteyim Hester benim bu seride favori karakterim. Gerçek bir direnişçi!)

Bu kitabın bir serinin ilk kitabı olduğunu hatırlamam ve devam kitabı olan İhanet Altını'nı almam ise 2011 İzmir Kitap Fuarı'nda oldu. Bu iki kitabın da yayınevi Günışığı Kitaplığı idi. Fuarda Günışığı Kitaplığı'nın görevlisinden serinin devam kitaplarının ne zaman çevrilip yayınlanacağı bilgisini alamadım. Kitap satın alma konusundaki açgözlülüğüm ve devam kitaplarının Türkçesi'nin çıkıp çıkmayacağının belirsizliği nedeniyle İhanet Altını'nı okumayı uzunca bir süre erteledim. Ancak bu sene Mart ayında okudum ve yorumladım İhanet Altını'nı. Sonrasında da facebook ve twitter üzerinden tekrar iletişime geçtim Günışığı Kitaplığı ile. Bu sayede ON8 Kitap'tan haberdar oldum.

Zamanında çocuk kitabıymış gibi satın aldığım ve okuduktan sonra öyle olmadığını gördüğüm Yürüyen Kentler ve İhanet Altını kitaplarının yeni kapaklarıyla ON8 Kitap adlı yeni bir yayınevi tarafından yayınlandığını ve serinin diğer iki kitabının da yaz aylarında satışa çıkacağını öğrendim. Resimlerden göreceğiniz gibi kapaklar değiştirilmişti ve bu değişim şahane olmuştu. Kitabın ruhuna yakışır kapaklar olmuşlar.

ON8 Kitap ile yaptığım görüşme sonrasında kitapların tanıtımına yardımcı olmam konusunda anlaştık. Sonra ne oldu dersiniz? Aynı en üstte ON8 Kitap sayfasından alarak paylaştığım oldu: "Bir ağaç YIKILDI. Bir halk UYANDI." Benim hem kitap okuma azmim hem de blog yazarlığım da sanki biber gazıyla boğuldu, tazyikli suyla yıkıldı. İnternet ve 2-3 TV kanalı arasına sıkıştı tüm boş zamanlarım. ON8 Kitap yeni kitapları paylaşmıştı ve bir sorumluluğum vardı ama ülkenin gündemi her şeyin önüne geçmişti.

Bu kaotik ortamda ben, ON8 Kitap ve yazar Philip Reeve arasındaki en güzel kesişim ise ülkemizde olup bitenlere bakış açımız oldu. ON8 Kitap ve Günışığı Kitaplığı birlikte imzaladıkları 6 Haziran 2013 tarihli "Sessiz Kalamayız!" bildirisiyle Gezi Parkı konusundaki görüşlerini buradan yayınladılar. Sonrasında ise 8 Haziran 2013 tarihli "Artık yazıp, anlatmanın zamanı..." isimli blog yazılarıyla da olaylara bakış açılarını okurlarla paylaştılar. ON8 Kitap'ın bu blog yazıları ile facebook ve twitter paylaşımları içimi Yürüyen Kentler'in tanıtımına ilişkin geciktirdiğim sorumluluğum konusunda ferahlattı. Yazar Philip Reeve'in da kendi blogunda Türk yayıncısından Türkiye'de olup bitenler hakkında aldığı e-postayı ve kendi görüşlerini paylaşması da beni ayrıca memnun etti. Sesimizi duyurmak için bu günlerde her iletişim kanalı önemli ne de olsa. (Yazışmanın Türkçesi'ne buradan ulaşabilirsiniz).

Bilim kurgu severler iyi bilir steampunk alt türünde diğer alt türlere kıyasla daha az roman yazılmıştır. Bu nedenle bu türü seviyor veya merak ediyorsanız ve Türkçe okumak istiyorsanız bu seriye mutlaka bir göz atmanız gerekiyor. Ne yazık ki ülkemizde distopya dışında bilim kurgunun pek çok alt türünün eserleri gerek telif problemleri gerekse okuyucu sayısının nispi azlığı nedeniyle Türkçeye çevrilmiyor. Bu yüzden ON8 Kitap'ın tamamını dilimize kazandırdığı bu serinin ayrı bir kıymeti var. Bunu da göz ardı etmeyin lütfen.

Sabrımızın, sınırlarımızın zorlandığı, demokratik bir hukuk devletinde yaşayıp yaşamadığımızın hepimize her gün sorgulatıldığı bir dönemdeyiz arkadaşlar. Zor zamanlar, adaleti umutla beklediğimiz zamanlar...

Can Yücel'den bir alıntıyla bitiriyorum yazımı:

"Üç harf yan yana kaç şekilde gelir bilir misin? 
Aşk dersin, 
Sen dersin, 
Ben dersin. 
Sen, ben biter, biz dersin. 
Gün gelir, git dersin. 
Peki, dur kelimesinden haberdar değil misin? 
Dur demeyi bilmez misin? 
Git demek kolay olur; dur diyebilecek kadar yürekli misin?"

May 13, 2013

[Blog Tur] İnsan Sürümü: 0.4 - Mike Lancaster | Yazarla Söyleşi


Açıkçası belirtmem gerekir bu turumuzda incelediğimiz kitap olan İnsan Sürümü: 0.4'ün yazarı Mike Lancaster şimdiye kadar söyleşi yaptığımız veya yapma girişiminde bulunduğumuz yazarlar arasında bizimle doğrudan ve  gayet samimi bir şekilde görüşen ilk yazardı. Bu nedenle buradan da kendisine çoook teşekkür ediyoruz.


İNSAN SÜRÜMÜ: 0.4’ÜN YAZARI MIKE LANCASTER İLE SÖYLEŞİ

Kitap Oburları: Mike merhaba, öncelikle bizimle söyleşi yapmayı kabul ettiğin için teşekkürler.
Mike Lancaster: Sorular için esas ben teşekkür ederim. Haydi başlayalım hemen.

Kitap Oburları: Neden genç yetişkin kitapları?
Mike Lancaster: Bence genç yetişkin edebiyatı çocuk edebiyatı ile yetişkin edebiyatı arasındaki geçişi yumuşatan çok önemli bir edebi tür. Genç bir okuyucunun henüz oluşmakta olan okuma alışkanlıklarını doğrudan onunla konuşan öyküler aracılığıyla pekiştirmek çok ayrıcalıklı bir fırsat. Geçmişte “genç yetişkin” adı altında ayrı bir akım olmadığından gençlerin çocuk edebiyatından yetişkin edebiyatına geçişi çok rahat olmuyordu ve pek çok genç kendine hitap eden bir tür olmadığından okumayı bırakıyordu. Genç yetişkin türü bu kitleyi edebi dünyaya kazandırmak için çok önemli bir araç.

Kitap Oburları: Genç yetişkin türünde yazmanın en zor tarafı nedir?
Mike Lancaster: Genç yetişkin okurlar kötü kurgu ve karakter gördüklerinde doğrudan söylerler, yazarın bu şekilde sıyrılmasına izin vermezler. Ben gerçekten genç yetişkin okuyucuları doğal bir hedef kitle olarak görüyorum. Belki de benimde genç yetişkin çocuklarımın olması buna yardımcı oluyordur. Ayrıca sanırım ben de büyümeyi unuttum :)

Kitap Oburları: İlk kitabınız yayınlanmadan önce korkularınız oldu mu?
Mike Lancaster: Ne korkusu, çocukluk hayalim gerçek oldu. Sanırım bir gün bir kitap yazacağımı söylemeye başladığımda yedi yaşındaydım. Kitabım basılıp da bir oda dolusu genç yetişkinle kitabımı tartışmak üzere bir araya gelene kadar herhangi bir korku veya gerginlik hissetmedim.

Kitap Oburları: İnsan Sürümü:0.4’ü yazmaya başladığınızda nasıl bitireceğinizi biliyor muydunuz, yoksa, olaylar yazdıkça mı gelişti?
Mike Lancaster: Kitabı yazmaya başladığımda nasıl sonlandıracağımı biliyordum. Bu yüzden hikayeyi geriye doğru yazdım. Serinin ikinci kitabının hikayesi ise birinci kitabı tamamlamaya çalışırken oluştu. İkinci kitabın sonu ise bittiğinde beni bile şaşırttı. Böyle bitireceğimi hiç düşünmemiştim. Şu an üzerinde çalıştığım kitabın ise sonunu ise sanki hem biliyorum hem de bilmiyorum.

Kitap Oburları: En çok günün hangi saatlerinde yazmayı seviyorsunuz?
Mike Lancaster: Ben aslında sürekli yazıyorum (bilgisayar başında olmadığım zamanlarda bile). Üzerinde çalıştığım romanla ilgili o an ne yapıyorsam yapayım sürekli zihnim meşgul oluyor. Yazma açısından kendimi en verimli bulduğum zamanlar ise sabah erken ve gece geç saatler.

Kitap Oburları: Romanınızın herhangi bir bölümünü yazmak için bilgisayar karşısına geçtiğinizde planladığınızın tamamen dışında şeyler yazdığınız oluyor mu? Yazarken kafanızdaki kurgunun değil de yarattığınız karakterlerin romanın ilerleyişini belirlediği zamanlar oluyor mu?
Mike Lancaster: Eğer belirli bir bölümü planlayıp yazmaya başladıysam planımın dışına çıkmamaya özen gösteriyorum. Eğer plan falan yapmamış sadece yazma ihtiyacı hissettiğim için bilgisayar karşısına geçmişsem kendimi olayların akışına bırakıyorum. Karakterlere gelince, planlı da olsanız plansız da olsanız romanın akışında karakterler her zaman kendileri gibi olmak zorunda. Olmadıklarını fark ettiğim tüm zamanlarda bunu düzeltmek için uğraşıyorum. Tek seferde düzeltmeyi başaramazsam veya düzelttiğimi düşündüğüm kısım genel akışa aykırı kaldıysa o kısmı tekrar tekrar yazıyorum, ta ki karakterler davranması gerektiği gibi davranana kadar.

Kitap Oburları: En çok ne tür müzik eşliğinde yazmayı seviyorsunuz?
Mike Lancaster: Yazma sürecimde müzik benim için çok önemli. Ancak müzik zevkim o kadar garip ki sevdiğim şarkıları listelemem size benim biraz deli olduğumu düşündürebilir. Şu an yazarken bana eşlik eden çalma listesinde ise Nine Inch Nails, John Cale,The Bonzo Dog Band, Roger Waters, Kate Bush, Gary Numan, Johnny Cash, Skrillex, Patti Smith, Clint Mansell, Plan B, Alice Cooper, King Crimson,The Cure, David Bowie and Nancy Sinatra’nın şarkıları var. Bundan önceki listem ise Orbital ve Fad Gadget’tan oluşuyordu.

Kitap Oburları: İnsan Sürümü: 0.4’te değişiklik yapmak şansınız olsa değişiklik yapar mıydınız? Neyi değiştirdiniz?
Mike Lancaster: “Sanat asla bitmez veya ter edilmez” diyen Da Vinci miydi? İnsan Sürümü: 0.4’ün başına bu geldi aslında. İlk taslak metinlerim yayınlanan kitaptan yaklaşık 10-15 bin kelime daha uzundu. Hatta bazen filmlerdeki “director’s cut”ta olduğu gibi kendi notlarımla kitap tekrar mı yayınlansa diye düşündüğüm oluyor. Açıkçası kitabın yayınlanmış halinden de son derece memnunum. Yazarken yazarın çok fazla not alması hızını çok düşürüyor. (İşte bu nedenle iyi bir editörünüzün olması çok önemli ve ben Egmont’tan Philippa Donovan editörüm olduğu için çok şanslı bir insanım). Daha yazacak çok kitabım var.

Kitap Oburları: Nerelerde yazmayı tercih ediyorsunuz? Sevdiğiniz belli bir yer var mı?
Mike Lancaster: Noelden önce taşındık. Yeni evimizde yapacak çok iş vardı ve kütüphanemi daha yeni yeni oluşturuyorum. Kütüphanemin biraz dışında küçük şirin, gemilerdeki kamara pencerelerine benzer bir penceresi olan ve hoş bir manzarası olan bir çalışma odam var. Artık en sevdiğim yazım köşem burası olacak. Bu vakte kadar bilgisayarımı şantiyeye benzer bir halde olan evimizin boş bulduğum herhangi bir yerinde kullanıyordum.

Kitap Oburları: Yazarken tıkandığınızda ne yapıyorsunuz?
Mike Lancaster: Bence yazarken tıkanmak yazacaklarınızın üzerinde yeterince düşünmemenin doğal bir sonucu ve bundan kurtulmanın tek yolu da daha derinlemesine düşünmek. Genelde yazarken yaşadığım tıkanma problemini bilinçaltım çözüyor ama onun da başarısız kaldığı durumlarda yazmaya ara verip, başka şeylerle ilgileniyorum (evdeki hayvanlarla ilgileniyorum, yürüyüşe çıkıyorum, sert bir kahve içiyorum, PS3’te oyun oynuyorum) ve tekrar yazmaya başladığımda genelde problemin çözüldüğünü görüyorum. Bunların hiçbiri işe yaramamış ve ben romanda halen ilerliyemiyorsam be kendi kendimi köşeye sıkıştırdığım, romanı da çıkmaza soktuğum anlamına geliyor. Böyle durumlarda da romanda geriye dönüp değişiklik yapıyorum.

Kitap Oburları: Kitap yazmak isteyen okuyucularınız için önerileriniz nelerdir? (Sevgili Güngör, bu soruyu hazırlarken aklımda sen vardın:)
Mike Lancaster: Önerilerim çok basit aslında.
a) Yazın.
Her gün yazın. On dakikalığına bile olsa yazın. En az bir saat yazabilirseniz size daha fazla katkısı olur. Yazmak yerine yapabileceğiniz başka bir şey yok. Önce kısa bir öyküyle başlayın. Onu bitirin. Daha iyisini oluşturduğunuzu düşünene kadar o kısa öyküyü tekrar tekrar yazın. Sonra başka bir tane yazın. Onu da tekrar tekrar yazın. Sonra başka bir öykü. Her seferinde konuyu, tarzınızı, kullandığınız öğeleri ve temayı değiştirin. Yazdığınız her bir öyküyü analiz edin. Deneme-yanılma yöntemini kullanın. Ne olursa olsun yazmaya devam edin.
b) Yazdığınızı düzenleyin (Editing).
 Acımasız olun. Yazdığınızı düzenleme kitap yazma ve yayınlama sürecinin en önemli adımlarından biridir. Düzenlemeleri yapmak kalemle yazdığınız taslağın üzerinden mürekkeple geçmek gibidir. Öyle önemlidir ki sert çizgiler burada yumuşar ve zıtlıklar burada ortaya çıkar; kalemle yaptığınız yanlış darbeler yok olurken, mürekkeple doğruları bulursunuz.
c) Okuyun.
Bunu çok dikkatli bir şekilde yapın. Belirli bir türde yazıyorsanız, bu türde yazan diğer yazarların neler yazdıklarına bakın. Daha önce yapılanları umursamamak size bir şey kazandırmaz. Kötü kitaplardan bile çok şey öğrenebilirsiniz. Tabii ki sadece yazmayı düşündüğünüz türde yazılmış kitaplar okumayın. Neden kendinizi sınırlandırasınız ki? Her şeyi okuyun. Hayatınızı bilgiyle doldurun.

Yukarıda saydıklarım belki bazılarınız için ilgisiz kalacak ama yazar olmak istiyorsanız yazmak zorundasınız. Yazmaya başladıklarınızı bitirmek zorundasınız. Ama herşeyden önemlisi yazmaktan keyif alın. Başka türlü sonuca ulaşamazsınız.

Kitap Oburları: Son olarak, Türk okurlara vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
Mike Lancaster: Umarım Google Translate beni yüz üstü bırakmaz: “Benim cevaplar okumak için zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz, ve ben gerçekten kitap beğeneceğinizi umuyoruz. Ben daha sonra yıl içinde Türkiye'yi ziyaret umuyorum!”

[Blog Tur] İnsan Sürümü: 0.4 - Mike Lancaster | Kitap Yorumu


Benim adım Kyle Straker ve ben artık yokum!

Orijinal Adı: Human.4 (Point 4, #1)
Türkçe Adı: İnsan Sürümü: 0.4
Yazar: Mike Lancaster (İngiltere)
Çevirmen: Berna Gülpınar
Sayfa Sayısı: 222
Yayınevi: Altın Kitaplar Yayınevi
Değerlendirmem: % 83
Ben bu kitabı okurken...: ... keşke daha uzun olsaydı diye düşündüm durdum.

NEDEN BU KİTAP?
Bu sefer adam asmaca oynayalım. Kitabı okuma nedenim iki kelimeden oluşuyor. İlk kelime 5, ikinci kelime 8 harfli. Bulun bakalım :)
- - - - -  - - - - - - - -  (Bulamayanlar buraya tıklayıp öğrenebilirler).

KONUSU:
Millgrove isminde küçük bir İngiliz kasabasında her yıl düzenlenen yetenek yarışmasında yarışmacılardan Danny aralarında baş kahramanımız 15 yaşındaki Kyle'ın da yer aldığı gönüllü dört kişiyi aynı anda hipnotize ederek kazanma azmindedir. Danny azmettiğini de başarır da. Ne var ki Kyle ve diğer üç gönüllünün hipnozu esnasında öyle bir şey olur ki artık dünyada her şey değişmiştir.

DEĞERLENDİRMEM:
Ben bu kitabı başından itibaren çok severek okudum. Tek hayıflandığım konu başta planladığım gibi tek oturuşta okuyamamış olmam. Sanırım parça parça okuduğum için de kitap bana olması gerektiğinden kısa geldi. İsterdim ki bu romanda olduğu gibi kurgu yine ön planda kalsın ama karakterleri biraz daha yakından tanıyalım; başta Kyle olmak üzere romanda gelişen olayların yanında karakterlerin bunlardan nasıl etkilendiği daha derinlemesine okuyabilelim. 200+ sayfalık bu romandaki bu derinlik eksikliği biraz keyfimi kaçırdı. Yoksa sevdiğim tarzla birebir uyuşan, çok güzel bir roman bence.

Kitap Oburları adına romanın yazarı Mike Lancaster ile söyleşi için ben iletişim halindeydim. Kitabı okumadan önce yazarla görüşüyor olmamın üzerine yazarın yaşadığı ve olayların geçtiği Cambridge’de daha geçen Ocak ayında bir hafta geçirmiş olmam hayalgücümü de besledi. Olayların yaşandığı mekanları kolaylıkla zihnimde canlandırmamı sağladı ve elbette bu da bende ayrı bir memnuniyet yarattı. Mike Lancaster ile yaptığımız ve sorduğumuz her soruya yazarın uzun uzun yanıtlar verdiği söyleşimizi bugün akşam saatlerinde paylaşacağım sizlerle.

Romanın bende hoş izler bırakan bir diğer yönü de film olsun, kitap olsun diğer bilim kurgu eserlerine yaptığı göndermelerdi. Bilim kurgu türünü sevip de bu kitabı okumak isteyecekler için bu göndermelerin biri dışında diğerlerinin neler olduğunu paylaşmayacağım. Onların keşfini de sizlere bırakıyorum. Bu göndermelerden sadece Dr. Who (ki ben filmi olsun kitabı olsun bilim kurgunun her çeşidini sever bir şahsiyet olmama karşın belirsiz bir sebepten senelerdir uzak durmuşumdur bu diziden) bende aşırı bir merak yarattı ve yakın zamanda sanırım izlemeye başlayacağım artık bilim kurgu dünyasının olmazsa olmaz bu dizisini.

Sonuç olarak, bilim kurgu seviyorsanız yorulmadan, tek oturuşta, hızlıca okuyabileceğiniz, sevmiyorsanız da sizi zorlamayacak, kolay okunabilecek güzel bir roman.

Rafların Arasından blogunda da kitap çekilişimiz halen devam ediyor. 5 şanslıdan biri siz olabilirsiniz :)


9-13 Mayıs Tur Programı

09 Mayıs | http://raflarinarasindan.blogspot.com | Kitap Yorumu - Çekiliş
10 Mayıs | http://sssuigenerisss.blogspot.com | Kitap Yorumu - Ön Okuma
11 Mayıs | http://mirielenda.blogspot.com | Kitap Yorumu - Yurtdışı Kapakları
12 Mayıs | http://thcodex.blogspot.com | Kitap Yorumu - Yazar Tanıtımı
13 Mayıs | http://pinucciasbooks.blogspot.com | Kitap Yorumu - Yazarla Söyleşi

May 5, 2013

[Blog Tur] Leviathan Uyanıyor - James S.A. Corey | Bunları Biliyor musunuz?


Orijinal Adı: Leviathan Wakes (Expanse, #1)
Türkçe Adı: Leviathan Uyanıyor (Enginlik, #1)
Yazar: James S.A. Corey
Çevirmen: Cihan Karamancı
Sayfa Sayısı: 507
Yayınevi: İthaki Yayınları
Değerlendirmem: %68 - İyi
Ben bu kitabı okurken...: Hiroshima'da, Tokyo'da, Doha'da, İstanbul'da ve sonunda Ankara'daydım.

NEDEN BU KİTAP?
Bir küçük resimle açıklayayım nedenini:

KONUSU:
Bugün blog turumuzun son günü olduğundan ve Voodoo Baby, Syrocox, The Codex ve Sui Generis isimli oburlar bu konuya bolca değindiğinden tekrar anlatmama gerek yok bence. Türü bilim kurgudur, alt türü uzay operasıdır* (space operadır).

*Uzay operası, temasında genellikle uzay korsanları, ışın kılıçları, galaksiler veya gezegenler arası yolculuklar/savaşlar, türlü türlü yaratıklar ve çeşit çeşit kahraman barındıran bir alt türdür." Bu türe ilişkin detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

DEĞERLENDİRMEM:
Bildiğiniz üzere bilim kurgu romanlarını okumayı pek sevdiğimden ve son dönemde Isaac Asimov, Jules Verne, Philip K. Dick, Robert Heinlein gibi türün ustalarının kitaplarını peş peşe biraz fazlaca okuduğumdan bu kitabın da beni derinden etkilemesi beklentisiyle başladım bu romana. Aslında baştan biliyordum çıtayı biraz yukarıya koyduğumu ve romanın yazar(lar)ının henüz usta sayılamayacaklarını. Yine de romanın Hugo gibi bilim kurgu dalının en prestijli ödüllerinden birine aday olması da besledi bu beklentimi. Sonuçta sevdiğim ama beni şaşırtan, sarsan veya düşündüren çok fazla öğesi olmayan bir güzel bilim kurgu romanı okumuş oldum. Daha da iyisi uzun tren ve uçak seyahatlerinde okunacak doğru türde bir kitap olmasıydı.

Romanın en güçlü yönü karakterleriydi. Bu kitapla ilgili ilk kez şu an bir yorum okumuyorsanız, romanın yazarının tek bir kişi gibi görünmesine rağmen arka planda iki yazarın çalıştığını biliyorsunuzdur. Leviathan Uyanıyor'a ilişkin olumsuz yorumlarda en önemli kritiğe neden olan bu durum. Benim görüşüm ise çift yazar olmasının ana karakterlerin zenginliğini besleyen bir unsur olduğu şeklinde. İki ayrı yazarın kaleme aldığı iki ana karakterin bir araya geldiği bölümlerde de bütünlüğün bozulmaması iki yazarın başarısının bence bir imzasıydı. Karakterlerle ilgili beni rahatsız eden tek konu başlarda ve hatta ortalarda sanki ön plana çıkacakmış gibi duran bayan karakterlerin ikisinin de hiçbir zaman öne çıkamaması oldu.

Kitaba verdiğim notu düşüren konu kitabın bilim kurgu edebiyatına büyük bir katkı yapmamış olduğunu değerlendirmem. Kendi alt türü açısından bu yüzyılın güzel bir örneği olarak gösterilebilecek olsa dahi (belki de başta da belirttiğim gibi son dönemde fazlaca "iyi, klasik" bilim kurgu okuduğumdan) beni tam doyuramadı. Yine de devamını okumak istiyorum elbette.

Romanın kurgusu türüne yakışır bir biçimdeydi. Akışı rahattı, okuması kolaydı. Bilim kurgu türüne aşina değilseniz bile hızlıca okuyabileceğiniz ve kullanılan bilimsel öğelerin sizi çok yormayacağı bir romanla karşı karşıyasınız. Benim gibi uzun bir yolculuk yapacaksınız veya tatildeyseniz veya her zaman okuduğunuz türün dışına çıkıp değişiklik yapmak istiyorsanız Leviathan Uyanıyor tam size göre bir roman. Özellikle bir üçlemenin ilk kitabı olmasına karşın tek başına da alınıp okunabilecek ve serinin devamını merak etmiyorsanız da sonu anlamlı biten bir roman.

BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?
Leviathan Uyanıyor'un kapağının üst kısmında da göreceğiniz üzere bu kitap 2012 Hugo Ödülleri'nde "En İyi Roman" dalında adaydı. Peki nedir bu Hugo Ödülü?

HUGO ÖDÜLLERİ:

  • 1953'ten beri aralıksız devam eden bilim kurgu ve fantastik kurgunun çeşitli kategorilerinde bir önceki yıl yayınlanmış romanlara verilen (Nebula ödülleriyle birlikte) bu dalın en prestijli ödülüdür.
  • Hugo Ödülleri'ni kazananlar 1955’ten beri her yıl Worldcon olarak bilinen World Science Fiction Convention (Dünya Bilim Kurgu Conventionu)’unda açıklanıyor. İlk Worldcon 1939 yılında New York’ta yapıldı. II. Dünya Savaşı sırası harici Worldcon her yıl düzenli olarak gerçekleştirildi.
  • Amazing Stories isimli bilim kurgu dergisinin kurucusu Hugo Gernsback ödüllere adını vermiştir.
  • En çok bilinen ödül verilen kategoriler en iyi roman, en iyi kısa roman, en iyi romancık, en iyi kısa hikâye, en iyi kurgusal olmayan kitap, en iyi çizgi roman ve en iyi filmdir.
  • Bazı yıllarda birden fazla eserin berabere kalarak ödül aldığı olmuştur. En yakın örnek 2011 yılında en iyi roman ödülünü hem China Miéville'in Şehir ve Şehir isimli romanı (Yordam Kitap) hem de Paolo Bacigalupi'nin Kurma Kız isimli romanı (Versus Kitap) almıştır. (Bir terslik olmazsa her iki romanın yorumunu da bu yıl içerisinde bu blogda görebileceksiniz). Aynı durum 1966 ve 1993'te de yaşanmıştır.
  • Leviathan Uyanıyor'un yanında 2012 yılında en iyi roman dalındaki diğer adaylar Among Others/Jo Walton (Türkiye yayın hakları İthaki Yayınları dışında başka bir yayınevinde), A Dance with Dragons/George R.R. Martin (Buz ve Ateşin Şarkısı serisinin beşinci kitabı, "Ejderlerle Dans"), Deadline/Mira Grant (Newsflesh üçlemesinin ikinci kitabı), Embassytown/China Miéville (Yazarın tüm kitaplarının Türkiye yayın hakları Yordam Kitap'tadır.) olmuştur.
  • 2012 Hugo Ödülleri'nde en iyi roman ödülünü Jo Walton'ın Among Others (Diğerleri Arasında) adlı romanı kazanmıştır. (Türkçesini ne zaman, hangi yayınevinin yayınlayacağı bilgisini bekliyoruz).
  • 2013 yılı Hugo Ödülleri adaylarına ise buradan ulaşabilirsiniz. Ödülleri kazananlar bu yıl 29 Ağustos - 2 Eylül tarihleri arasında Texas'ta düzenlenecek WorldCon'da açıklanacak.
* Hugo Ödülleri demişken en iyi roman dalında,
   * 1959 yılı adaylarından Robert A. Heinlein'ın Uzay Elbisemle Yolculuğa Hazırım yorumuma (İngilizce) buradan,
   * 1973 yılı ödülünü kazanan Isaac Asimov'un İşte Tanrılar yorumuma (Türkçe) buradan,
   * 1986 yılı ödülünü kazanan Orson Scott Card'ın Ender'in Oyunu yorumuma (İngilizce)  buradan,
   * 2009 yılı ödülünü kazanan Neil Gaiman'ın Mezarlık Kitabı yorumuma (İngilizce) buradan ulaşabilirsiniz.

*****
Diğer oburların Leviathan Uyanıyor'a ilişkin yorumlarına ve kitap ve yazarlarla ilgili daha detaylı bilgilere ulaşmak isterseniz diye bu yayının son yayın olduğunu hatırlatır ve tur programımızı da bir kez daha paylaşmak isterim:

1 Mayıs http://mirielenda.blogspot.com / Kitap Yorumu - Çekiliş
2 Mayıs http://raflarinarasindan.blogspot.com /
 Kitap Yorumu - Yazar Tanıtımı
3 Mayıs http://sssuigenerisss.blogspot.com / Kitap Yorumu - Kitap Kapakları
4 Mayıs http://thcodex.blogspot.com / Kitap Yorumu - Ön Okuma
5 Mayıs http://pinucciasbooks.blogspot.com / Kitap Yorumu - Bunları biliyor musunuz?

Mar 24, 2013

İhanet Altını | Philip Reeve

Orijinal Adı: Predator's Gold (The Hungry City Chronicles, #2)
Türkçe Adı: İhanet Altını (Yürüyen Kentler, #2)
Yazar: Philip Reeve
Çevirmen: Müren Beykan, Fulya Yavuz
Sayfa Sayısı: 348
Yayınevi: Günışığı Kitaplığı
Değerlendirmem: %88 - Mükemmel
Ben bu kitabı okurken...: Kitap Oburları coşkusuyla bir hızlı ilerledim ki...

NEDEN BU KİTAP?
Esasen yıl başında katıldığım "2013 Science Fiction Reader Challenge" nedeniyle, ama bu kitabı 2011 İzmir Kitap Fuarı'nda alıp, bu vakte kadar okumamış olmamın da belirgin bir etkisi var tabii.

KONUSU (Arka kapaktan alıntı):
Büyük Londra yıkımından zor kurtulan Hester ve Tom, havegemileriyle dünyayı dolaşırken, tuhaf tarih yaklaşımıyla ünlü Doktor Pennyroyal'ı da yanlarına alırlar. Mobillik Karşıtları'nın saldırısından kaçarken, ıssız buzullarda karşılaştıkları mobil kentin genç markizi Freya, Ölü Kıta Amerika'ya gitmeye kararlıdır. Yürüyen bir kentte yaşamayı özlediğini fark eden Tom, kentini bir bilinmeze sürükleyen güzel Freya, onun sevgilisine gösterdiği yakınlıktan hiç hoşalnmayan "çirkin" Hester, yeşil Amerika hayalinin mimarı Pennyroyal, kentleri yağmalayan Yitik Oğlanlar ve hepsinin peşinde de dev bir yağmacı kent...

DEĞERLENDİRMEM:
Günışığı Kitaplığı'nın kitaplarıyla bir arkadaşımın kızı sayesinde tanışmıştım. Bundan bir kaç sene önce Türkçeye çevrilmiş, bilim kurgunun steampunk adlı alt kategorisinde kitap ararken de Günışığı Kitaplığı'ndan çıkan Yürüyen Kentler isimli kitaba rastlamış, okumuş ve çok sevmiştim. (Bu arada steampunk türüyle ilgili bilgiye bu blogdan ulaşabilirsiniz).

Serinin ikinci kitabı olan İhanet Altını'nı da çok beğendim (hatta sanırım ilk kitaptan biraz daha çok sevdim). Her ne kadar genç yetişkinler için bilim kurgu diye geçse ve kapak resmi de bir çocuk kitabını andırsa da gayet sağlam bir kurgusu olan, yetişkinlerin de "çocuk kitabı okuyor moduna girmeden" okuyabilecekleri bir kitap. Steampunk türünün tüm öğelerinin başarıyla kullanıldığı bu fütüristik kitabı bilim kurgu meraklılarına öneriyorum. Yalnız tekrar hatırlatayım bu serinin ikinci kitabı. İlk kitap Yürüyen Kentler.

Serinin üçüncü kitabı olan Infernal Devices, dördüncü kitabı olan A Darkling Plane ve son kitabı olan Fever Crumb'ın da yine Günışığı Kitaplığı'ndan çıkmasını bekliyoruz. İhanet Altını'nın 2007'de çıktığı düşünüldüğünde en azından üçüncü kitabın şimdiye kadar çıkmış olması beklenirdi ama ne yazık ki ses seda yok. Günışığı Kitaplığı'ndan konuyla ilgili haber bekliyorum.