May 5, 2015

[Blog Tur] Kızıl Yükseliş - Pierce Brown | Distopyanın Yeni Süperstarı Pierce Brown

 

Pierce Brown dünyalar yaratır. Bu dünyalardan birisi etkileyici çıkış romanı Kızıl Yükseliş için yarattığı distopik gelecek. Diğer dünyaları ise şimdilik yatak odasında. İlk göreceğiniz bir dizi DVD, Battlestar Galactica serisinin tamamı Indiana Jones ve Yüzüklerin Efendisi’nin yanında. Dikkatli bir şekilde düzenlenmiş kitap raflarını deri ciltli fantastik romanlar doldururken küçük heykelcikler üst raflardan gözlerini size dikmiş durumdalar. Çerçeveli ve gösterişli bir Ölüm Yıldızı derebeyi Grand Moff Tarkin masasının üzerinde post-itler ve polaroid resimlerle dolu ilham duvarının üzerinde asılı duruyor.
 
“Ne zaman odama biri girse, onun her zaman nerd IQ’sunu test ederim” diyor. “O kim diye sorsalar, 'Ah o mu, amcam Grand Moff,' diyorum. Eğer kim olduğunu biliyorlarsa sonsuza dek arkadaş oluyoruz – ömür boyu beleş bira ve ardından da tabii ki Yıldız Savaşları maratonu.”
 
Üç yıl önce, 23 yaşında, Pierce Brown Kızıl Yükseliş’i Random House’tan Del Rey’e sattı. Yayıncılar sadece kitabı almadı, bunun yanında onunla baştan üç kitaplık bir anlaşma yaparak diğer yayıncıların sonradan Brown’un kafasını karıştırmalarının önüne geçtiler. Kızıl Yükseliş’in editörü Mike Braff’a göre bu önleyici teklif yeni çıkan bir yazar için oldukça “nadir” yakalanan bir fırsattı. Hem yayın dünyası hem de Hollywood bir sonraki büyük hak alımı için resmen avlanıyor ve Brown’un üç kitaplık serisi eğer aradıklarıysa, bu demektir Brown milyoner olmak üzere (Açlık Oyunları’nın yazarı Suzanne Collins’in 55 Milyon Dolarlık bir servetinin olduğu tahmin ediliyor). Brown ilk filmin senaryosunu yazdı bile ve Universal Pictures’a 7 basamaklı bir tutara sattı. Marc Foster -Dünya Savaşı Z, Düşler Ülkesi ve Kesişen Yollar filmlerinin yönetmeni- ve Joe Roth -Alis Harikalar Diyarında ve Angelina Jolie’nin yeni filmi Malefiz’in yapımcısı- işin içinde. Brown’un kitabı artık satışta olduğu için gelecekteki filmlerinin başarısını kitabının satış figürlerine bağlı. Tabii ki bu Brown’un karşısına geçip oturduğunuzda hissedeceğiniz bir baskı değil.
 
“Gerilecek kadar bilmiyorum,” diyor Brown ama yine de sanki biraz sıkılgan. “Hayır,” diyor, sanki içindeki tereddüdü yok etmek istermişçesine. “İşaretlenmesi gereken her kutu işaretlendi. Sadece şimdiye kadar olması gereken terslikler henüz olmadı. Haberler hep iyi. Bu nedenle tecrübesizliğim ve başarısızlık korkum dışında endişelenmemi gerektiren bir durum yok.”
 
Romanı sattığında Brown NBC için çalışıyordu ve eski siyaset bilimi hocasının garajında yaşıyordu. “O dönemde bedava bir kiralık yeri reddedecek durumda değildim,” diyor. Artık Brown’un üç ev arkadaşıyla paylaştığı bir dairesi var, günlük işinden ayrılmış durumda, İstanbul’da arkadaşlarıyla yaptığı tatilden yeni döndü ve ilk romanı yayınlandı. Neredeyse büyüleyici denilebilecek bir hayat sürüyor. Random House’un Brown’u seçmiş olması işe yaramaya başladı bile. Kitap şimdiden Açlık Oyunları, Harry Potter serisi, Sineklerin Efendisi ve Taht Oyunları ile karşılaştırılmaya başlandı bile. New York Times Çok Satanlar yazarlarından Terry Brooks ise kitaba 5 yıldız verdiğini ve Brown’un yazım tarzı tarafına mest olduğunu yazdı.
 
Biz Brown’un odasındayken, o ayakları kendisi tarafından bir el baltasıyla 10 cm kısaltılmış bir sandalyede oturmayı tercih ediyor. Bu babasının eski deri sandalyesi, koyu ahşap ve rahat görünüyor. “Bunu plaja götürüyorum ve yazıyorum veya okuyorum,” diyor. Yerde yanında duran birasını ara ara yudumluyor. “Onu sadece dışarı götürüyorsun ve süper rahatsın,” diyor.
 
Brown’un odasındaki her eşyanın bir hikayesi var. Yatağının yanında köşede 1800’lerden beri ailesine ait eski bir sandık var. İçinde çizgi romanları duruyor. Yatak başlığının üzerinde Clawdius isminde, ailesinin 9 yaşındayken kendini iyi hissetmediği bir dönemde hediye ettiği bir kutup ayısı var. Kapının yanında üzerinde ölü bir kuşun üzerinde duran iki erkek kardeşin yer aldığı çerçevesiz bir kanvas var.
 
Brown ilk ilham kaynağının Runyon Kanyonu olduğunu itiraf ediyor. Yanına bir sırt çantası dolusu atıştırmalık, bir Red Hat şapkası ve yürüyüş ayakkabıları alarak yola çıkmış ve dağ tırmanışı yaparken Kızıl Yükseliş fikrini aklına gelmiş. “Antigone’un hikayesini okuyordum. Daha doğrusu tekrar okuyordum. Kızıl Yükseliş fikri bunun ardından geldi. Sonrasında arkadaşlarımla tırmanışa gittik. Üç kişi tek bir ipe bağlı olarak dikey tırmanış yapıyorduk. O an düşüncelerimle baş başaydım. Baldırlarım ve kalçam cayır cayır yanıyordu. O tırmanış boyunca hep 'daha az yerçekimi olsa her şey çok daha kolay olurdu' diye düşünüp durdum. Böylelikle Mars’ı düşünmeye başladım ve sonra Antigone ve diğer fikirler işin içine karıştı. Bazı arkadaşlarımla düşüncelerim hakkında beyin fırtınası yapmaya başladım.”
 
Diğer pek çok genç yetişkin distopya romanı gibi, Kızıl Yükseliş de en güçlü olanın yaşamını sürdürmesi ilkesi üzerine kurulu fütüristik bir düzen hakkında. Renkler toplumdaki yerinizi belirliyor. Kahramanımız, 16 yaşındaki Darrow bir Kızıl yani en düşük kasttan ve madenciliğe mahkum ve Mars’ı yaşanabilir bir gezegen yapmaya uğraşan bir hayat sürmek zorunda. Darrow’un bilmediği ve hızlıca ortaya çıkardığı ise Kızılların uzun zamandır Altınlar tarafından sömürüldüğü.
 
Roman boyunca Darrow hayatından kopartılan birçok insan için adaleti sağlamanın peşinde. “Hikayenin tamamı başkalarının sizde yarattığı limitleri yıkmak üzerine ve kötülük üzerine. Kötülük ise sadece açgözlülük. Yani açgözlülüğe karşı savaşmak, bencilliğe karşı savaşmak ve toplumun size bulunmanızı dikte ettiği yerden daha yukarıya çıkmaya uğraşmak.”
 
Brown Kızıl Yükseliş’i yazmaya başladığında 22 yaşındaydı ve Seattle’da ailesinin garajının üzerinde yaşıyordu. Onun öncesinde pazarlama işinde ve 9 aylığına da bir senatörünü seçim kampanyasında çalıştı. Kızıl Yükseliş’in ilk taslağını yazması Brown’un 2 ayını, sonrasında kitabı yayıncılara beğendirecek ve daha iyi bir hale getirecek düzeltmeleri yapması ise çok daha fazla zamanını aldı.


Runyon Kanyonu’nda bir bankta otururken, başarısızlığın ne kadar olası olduğunu unutmamak için banyo duvarlarına yayıncılardan aldığı ret mektuplarının üzerinde asılı olduğu bir iple bağladığını söylüyor. Akşamüstü olmuş, hava sıcak ve kanyondaki yürüyüş yolu neredeyse bomboş. Brown sırt çantasındaki atıştırmalıkları çıkartıyor: badem, elma ve ahududu, her biri kilitli poşetlerin içerisinde. “Şeker (diyabet) sorunum var,” diyor.
 
Brown 2011 yılında, kitabını yazıp bir ajans ile anlaştıktan sonra Los Angeles’a taşındı ve NBC için çalışmaya başladı. NBC’de birilerini dolaştırırken Random House’tan kitabının basılacağı haberini aldı. Arka bahçedeki masada oturuyoruz. Kitabı yayınlanmış bir yazar olarak Brown apartman dairesindeki havanın bir miktar değiştiğini anlatıyor. Erken kalkıyor, her çeşit sosyal medyadan uzak duruyor ve akşam üstüne kadar yazıyor. Günün geri kalanında ise yazmaya dair hiçbir şey yapmıyor.
 
Ev arkadaşları bir yana, başarılı bir yazarın süreceği bir hayat sürüyor. Brown projesi için endişeli olmadığını söylese de aslında endişeli. Sadece bu konuya odaklanmak istemiyor. Aslında aklını bu konudan uzaklaştırmak için başka yazma projelerine başlamış durumda. Yani Brown’u meşgul eden sadece Kızıl Yükseliş’in devam kitabı değil. TV projeleri için de fikirler geliştiriyor ve bu projeler kargacık burgacık yazılarla odasının duvarlarında yer alıyor.
 
Brown bırakın kendisi hakkında konuşmayı, başkalarının kendisi hakkında konuşmalarını da sevmiyor. Ona sorular sorduğunuzda, hemen size aynı soruyu soruyor. Bir soruya yanıt verdiğinde, sizi de yanıta dahil etmeye çalışıyor. Kızıl Yükseliş’in kapağında kendisi hakkında yazanlar dahi oldukça filtreli ve okuyucuya sanki başka bir kurgu okuyormuş havasını veriyor.


Artık akşam oluyor ve Brown’un birası bitmek üzere. “En sorumluluk sahibi ev arkadaşıyım ama bazen de partide en çok içip dağıtan oluyorum,” diyor. “Elektrik faturalarını ben ödüyorum. Bu yüzden sürekli evin içinde dolanıp lambaları kapatıyorum. Bazen evin babası olmam gerekiyor ve bunu pek sevmiyorum çünkü başkalarına ne yapmaları gerektiğini söylemeyi sevmiyorum.”
 
Brown aslında kontrol edemediği bir durumun ortasında ve o kontrolü kaybetmeyi seven bir insan değil. Bu nedenle kitabın film sürecinin her aşamasında yer almak istiyor. Kendisi ve okuyucusu için yarattığı dünyanın tüm detaylarının filme yansımasını istiyor. Yorgun ama memnun. “Umarım bu kitap popüler olur ama tamamen buna güvenemem. O yüzden söylemesi çok zor,” diyor ve gülümsüyor.


Metnin orijinali ve fotoğraflar Buzzfeed.com web sitesine aittir. Kitap Oburları'nın Kızıl Yükseliş blog turu için çevrilmiştir.

1 comment :

  1. Bayildiiiiiim cok tesekkurler belki de bu yaziyi aylardir bekliyodum bi an okuyunca sok oldum hep ingilizce okumaktan sıkılmıstım cok tesekkurler

    ReplyDelete