Japonya seyahatimiz öncesi neredeyse 20 sene önce okuduğum bir kitabı tekrar okumaya karar vermiştim: Edita Morris'in Hiroshima'nın Çiçekleri ile Tohumları adlı romanı (Aslında kitap iki ayrı roman. İlki Hiroshima'nın Çiçekleri; ikincisi de Hiroshima'nın Tohumları ama Can Yayınları'nın o dönemde kullandığı isim bu şekilde olmuş). Romanı Kyoto-Hiroshima arası yaptığımız tren yolculuğunda okudum ve bitirdim. Sonrasında hemen otelimize gidip eşyamızı bıraktık ve hemen "Hiroshima Peace Memorial Museum"a gittik. Aslında iyi kötü ne göreceğimizi biliyordum. Bu müzenin II. Dünya Savaşı'ndan sonra açılan bir müze olduğunu, atom bombasının Hiroshima'yı nasıl yerle bir ettiğini biliyordum ama öyle olmadı. II. Dünya Savaşı'na olan ilgim nedeniyle savaşın derin izler bıraktığı yerleri ziyaret etmeyi de seviyorum. Savaşa ilişkin görsel anlamda en ağır darbeyi 2005 yılında Dachau Toplama Kampında (Almanya) aldığımı düşünürken Hiroshima'daki müzede gördüklerim, dinlediklerim, okuduklarım tüm yaşam enerjimi çekip aldı sanki. Bir insan bir insana nasıl böyle bir şey yapabilirdi?
6 Ağustos 1945 sabah saat 8:15'te insanlık tarihinin ilk atom bombası Hiroshima'ya atıldı. Yandaki saat o dönemden kalma bir saat. Hedef Hiroshima'nın merkezindeki T şeklindeki Aioi Köprüsü idi ama bomba küçük bir sapmayla köprünün üzerine değil de yukarıdaki resimde fonda gördüğünüz kubbe şeklinde bir çatısı olan ticaret merkezinin üstüne düştü. Elbette ilk düştüğü anda merkeze yakın ve dışarıda olan yüzlerce kişi anında öldü ama o günden itibaren ölecekler arasında belki de onlar en şanslılarıydı. İlk anda can vermeyen yüzlerce insan takip eden üç gün içinde vücutları onarılamayacak derecede yandığı için çok büyük acılar içinde hayatlarını kaybetti. Sonrasındaki dönemde ise yüzlerce insan bombanın bıraktığı radyasyonun etkisiyle başta kanser olmak üzere pek çok farklı hastalığa yakalandı.
O müzede görüp dinlediklerimi satırlara dökmem inanın çok zor. Edita Morris'in kitaplarını okuyarak gitmem çok anlamlı oldu ama müzenin bende bıraktığı acı izi derinleştirdi kitaplar. Öylesine güneşli bir gündü ki o gün. Müzeden çıkıp da yanda resmini gördüğünüz parkta (parkın sonu Aioi Köprüsü'ne varıyor) yürümeye başladığımızda eşim de ben de çok sessizdik. Kelimeler düğümlenmişti sanki boğazımızda. Uzunca bir süre konuşamadık birbirimizle. Kendi dünyalarımızda kaybolmuştuk sanki. Anlamakta güçlük çekiyorduk böyle bir şeyin gerçekten yaşandığını.
Dünya tarihinin en büyük ayıplarından biridir Japonya'ya atılan atom bombaları. Teorik olarak geliştirilmiş bir bombanın denemesi Hiroshima'da, doğrulaması da üç gün sonra 9 Ağustos'ta Nagasaki'de yapıldı. Hiroshima'ya atılan bombanın adı "little boy", Nagasaki'ye atılanın adı ise "fat man"di.
İyi ki imkânımız oldu da gittik Hiroshima'ya. İnsana yapılabilecek en büyük kötülüğün ancak bir başka insan tarafından yapılabildiğini görmüş olduk. Hissettiklerimi ben kıt kanaat anlattım. Nazım Hikmet daha öz bir şekilde anlatmış, Zülfü Livaneli bestelemiş, Sevingül Bahadır seslendirmiş.
KIZ ÇOCUĞU (HIROSHIMA)
Kapıları çalan benim,
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem,
göze görünmez ölüler.
Hiroşima da öleli,
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuşdu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.
Çalıyorum kapınızı,
teyze amca bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin,
şekerde yiyebilsinler .
Nazım Hikmet RAN (1956)
Sadece yapılan atom bombalarını denemek için katledilen canlar.. Boğazım düğümleniyor düşündükçe. Ben de bu kitapları çocukken okumuştum ve kitaplığımın en göze batan yerine koydum tekrar okuyabileyim diye. Ama elim varmıyor bir türlü.
ReplyDelete
ReplyDeleteMerhabalar;
Blogunuzu yeni keşfettim ve hemen takibe aldım.
479. takipçiniz benim.
Bana da gelirseniz sevinirim :)
İyi Bayramlar
Sevgiler
http://whiteglaze.blogspot.com
twitter: @_gamzeahmet_